Dünya tarihinde hiç bir gün yok ki; bireylerin devletler ve bir grup özel şirket tarafından bugünkü kadar takip altında tutulduğu görülmüş olsun. Belki bugünden bakıldığında içinde bulunduğumuz durum normal görülebilir keza bu hal yıllar içinde adım adım gelişti ve öylesine kanıksandı ki tartışmaya nereden başlanırsa şaşkınlıkla karşılanıyor. Her seferinde bireylerin aleyhine ama örgütlü güçlerin keyfine gelişen bu süreç nihayetinde günümüzdeki noktaya kadar geldi. Gelinen noktada artık her soruna sunulan ilk çözüm bir çeşit takip veya kayıt sistemi oluyor. Her gün bireye ve topluma hiç bir faydası olmayan yeni gözetim mekanizmaları ilerleme ve güvenlik adı altında tartışmasızca hayatlarımıza dahil oluyor. Topluma fayda olarak sunulan örnekler ise istisna olarak sadece tartışmalarda kullanılmak üzere anılıyor.

Tece no söyleyin.

Telefon numaranız nedir?

Bu iki talep muhtemelen günümüzde sokağa çıktığınızda bir kere bile duymadan dönmeyi başaramayacağınız şeyler. Belki evinizde oturup çağdaş İnternet’in insanlara sunduğu imkanlardan yararlanmak isterken bile karşılaşabilirsiniz. Bundan birkaç yıl önce sadece bir kimlik göstererek gerçekleştirebildiğiniz kimi sıradan işler artık devlet sırrı muamelesi görebiliyor. Artık hastaneye gitmek gibi hayati bir işten, basitçe nakit alışveriş yapmak bile bir GSM hattına ve telefona sahip olmadan yapılamayacak şeyler haline geldi.

“Bunda ne var?" diye doğal olarak sorulabilir. Bu soruyu sormak çok da haklı görülebilir. Nitekim telefon numarası gibi tüm bu bilgilerin talep edilmesi kabul edilebilir sebeplerden tamamen ari değil. Pek çok zaman iletişimde bulunmak veya kimlik belirtmek pek çok sorunun çözümünü kolaylaştırır nitelikte. Hali ile kiminle muhattap olunursa olunsun bu bilgileri sağlamak yararlı görülebilir. İşinizde sorun mu çıktı, aranabilir ve bilgilendirilebilirsiniz. Sorun şu ki; bugün yaşadığımız dünya sadece sizin aranabileceğiniz ama size bu özgürlüğün zerrsinin sunulmadığı bir dünya. Sorunun dayandığı nokta bu bilgileri talep edenlerin rica etmekten emretmeye geçmiş olması ve direnenleri çeşitli şeklde sindirmekte bir sakınca görmemeleri.

“Ne olmuş numaramızı versek?" tepkisi de hatalı olsa da anlaşılabilir bir tepki. Nihayetinde bu bilgiyi paylaşmanız gerçekten çok da zor, zahmetli veya zararlı değil lakin bu yaşanan şeyin bir zorbalık olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Basitçe hayır diyemiyorsanız bu bakımdan bilgileriniz gasp edilmiş oluyor. Bu kayıt ve takip çabasını yıllardır normalleştirilen safsataları sıyrıldığı zaman altından bireysel ve toplumsal olarak türlü zarara yol açacak bir düzen çıkıyor. Telefon ve diğer takip bilgilerinin gerçekten gerekmedikçe kullanılmasının çok çeşitli sorun içeren tarafları bulunmakta:

  • Bireysel olarak duruma bakılmak istenirse en temel savlardan biri bugün hiç bir demokratik ülkede, hiç bir kanunda vatandaşın kendi cebinden harcayacağı para ile bir GSM hattı ve bunu çalıştırabileceği bir elektronik cihazı almak ve çalıştırmak zorunluluğu bulunmaması. Hali ile cebinizde bir kimlikten başka bir şey olmadan gezebilmek pekala kabul edilebilir ve tamamen kanuna uygun bir durum. Hali ile bir kişinin SMS alamadığı veya almadığı için ister özel bir ilişkiden, ister kamu hizmetinden mahrum bırakılması her anlamı ile ayrımcılık anlamına gelmektedir. Dilerseniz bunu birini fakir olmakla suçlamak olarak algılayabilirsiniz veya kişisel tercihlerinden dolayı dışlamak olarak. Sonuçta yaşamayı tercih ettiği ve bunda sonuna kadar hakkı olan bir kişinin toplumsal imkanlardan sınırlandırıldığı gerçeğinin etrafından dolaşmak mümkün olmaz.

  • Toplumsal olarak yükü insanlara yıkılmış de facto bir kimlik olmak dışında hiç bir kanuni temeli olmayan bu GSM ve SMS zorunluluğu bir yönetim aktarımı anlamına da geliyor. Yaratılan bu yeni kimlik biçiminin tüm denetimini bir grup şirketin eline vermek ve bu şekilde oluşturulan kayıtlarla kamusal güç kullanılmasına imkan sağlamak başına sorunlu bir yaklaşım. Türkiye özelinde bugün akıllı cihazlarınız ve kullandığınız GSM hattı kimliğinizle o kadar ilişkili durumda ki bu numarayı kullanmıyor olmak kendi başına bir şüphe sebebi. Dümdüz çoğu adli süreç için birinci başvurulan delil olan bu GSM kayıtları (HTS kaydı olarak da bilinir.) her fırsatta adli süreçlerde başvurulan bir masumiyet veya şüphe aracı konumunda. Bu kadar tehlikeli bir kaydın üretimi ve korunması sorumluluğu ise bir avuç özel şirketin elinde.

  • Tüm bunların kesişiminde GSM sisteminin doğası gereği bir takip sistemi olduğu ve dünya devletleri ile şirketleri tarafından giderek toplum ve birey aleyhine sorgusuzca silahlaştırılıyor olduğu gerçeği bulunuyor. Konum bilgisi bir kişi hakkında toplanabilecek en hassas verilerden birini oluşturuyor ve siz isteseniz de istemeseniz de GSM kullanarak sürekli olarak bu veriyi hizmet sağlayıcınıza ve hukuka veya hukuksuzluğa bağlı olarak devletlere de aktarıyorsunuz. Nihayetinde çok az mahremiyet hakkınızın olduğu bir ortamda tüm yaşamınız en ince detayına kadar bir veri tabanına sorgusuca kaydediliyor. Buna tüketim alışkanlıklarınız, yaşadığınız ve çalıştığınız yerler, sosyal ilişkileriniz ve bu ilişkilerinizin niteliği gibi çıkarımlar da dahil. Bu verilerin bugün bir şey ifade etmemesi bir gün etmeyeceği anlamına gelmiyor. Salgın zamanı cep telefonu konumlarına bağlı olarak ceza kesilmesi örneğinde yaşandığı gibi.

  • Bu durumun bir de güvenlik yönü bulunmakta. Tüm dünyada GSM hattı kullanabilmenizi sağlayacak olan sayılı lisanslı baseband modem üreticisi bulunuyor. Bu modemler bir cihazın cep telefonu olması ile olmaması arasındaki farkı çiziyor. Tüm modemlerin ortak özelliği ise tamamen gizli bir kod ile çalışıyor bulunmaları. Bu durum kendi başına kötü iken kimi zaman aynı çipin içinde gelen bu modemler cihazınızın ana işlemcisine doğrudan bağlı. Bu bakımdan tüm yaşamınızın içinden geçtiği bir cihazda sizin aleyhinize pekala çalışabilecek ve kimi insanların sistemlerinin ele geçirilmesi için kullanılmış bir silah bulunuyor. Bu bir komplo teorisi değil ne yazık ki. 2G ağları için zamanında yaşanmış bir gerçek ve bugün de yaşanmayacağını iddia etmek iyimser bir ifade olacaktır.

Tüm kötü yönleri birleşince adınıza kayıtlı bir GSM hattı sahibi olmak ve bunu sürekli olarak üzerinizde taşıyarak kullanmak bir anda garip bir hal alıyor. Pek çok insan bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde bu durumdan rahatsız olsa da kaçmak için yüzleşmeleri gereken zorbalık muhtemelen istedikleri tercihi yapmaktan kendilerini alıkoyuyor. Bunu zamanında bir gece yarısı düşüncesizce aranan cep telefonlarına edilen isyanlarda görmek mümkünken bugün de yaratılan toplumsal bağımlılığa bir itiraz olarak görmek mümkün. Toplumun bireyleri haklı veya haksız olarak GSM kullanmaya zorlaması olağan olarak kabul edilmek zorunda olan bir durum değil. Doğal olan insan olarak sahip olduğumuz çevrede tercih hakkı ve özgürlük içinde yaşamak. GSM zorlaması diğer tüm sistemsel zorbalıklar gibi faturası insanlara kesilen bir nitelik taşıyor.

Neden cep telefonu kullanmaktan vazgeçtim?

Bireysel yaşamlarımızda kesintisiz mobil iletişimi hiç sorgulamadan kabul ettiğimiz bir gerçek. 2000’lerin başından beri Türkiye’de yaygınlaşan kullanımının hayatımızı ciddi şekilde şekillendirdiği de şüphesiz. Bugün itibari ile bir cep telefonu sahibi olmadan yaşamak pratik olarak imkansız gibi görünüyor. Lakin bundan 20 sene önce de benzer koşullarda yaşıyorduk ve her şey yolunda gidiyordu. Mobil iletişim hayatı değiştirmedi biz mobil iletişime göre hayatımızı değiştirdik. Bu değişikliğin en temel koşullarından biri iletişim sistemlerimizin bireysel seviyede kaydı üzerine oldu. İlk “kontörlü” hatların veya o zamanın marka adıyla hazırkartların kullanımı için herhangi bir kayıt gerekmiyordu. Basitçe bir bayiye girip dilediğiz numarayı alıp kullanılabilir şekilde çıkabilirdiniz. Benzer bir kayıt yükümlülüğü kullanılan cep telefonları için de gerçekleşti. Her cihazı eşsiz olarak tanımlayan IMEI numarası kaydedilmeye başladı. Görülen amaç o zamanlar değerli olan cep telefonlarının hırsızlığının önüne geçilmesiydi. Nihayetinde telefonlar çalınmaya değmeyecek kadar ucuzladı ama takip sistemi yerinde kaldı. Bunu Elektronik Haberleşme Kanunu ile 5651 gibi bilgi ve iletişim üzerinde hakimiyet kovalayan kanunlar takip etti ve yukarıda anlatılan tüm tehlikelerle yaşayan bir topluluk olmayı kanıksadık.

Bu bahsettiğim gerçekleri bilerek yıllarca GSM kullandım. Ailemin de Türkiye’de ilk cep telefonu ticaretine giren insanlardan olması bu teknolojiye olan yakınlığımı ve bir bakıma hayranlığımı da besledi muhtemelen. Sahip olduğum imkanlara göre geç ama günün koşullarına göre erken bir zaman da bir cep telefonu sahibi oldum. Buna belki de Türkiye’ye gelen ilk “akıllı telefonlardan” bir olan Motorola MPX200 de dahil. Windows mobile ile gelen bu cihaz ile 2004 senesinden itibaren dışarıda(!) MSN’de online olabilme ayrıcalığına sahip oldum. Bu bakımdan kimi zaman yüzüme söylendiği gibi ç"ağın gerisinde kalmış(!)” değilim.

Hem profesyonel yaşamım hem de içinde bulunduğum teknolojik farkındalık bunun ne gibi tehlikeler taşıdığını gayet iyi gösteriyordu lakin kişisel riskimin hep az olduğunu düşünerek durumun gözardı edilebileceğini varsaydım. Pekala hala göz ardı edilebilir bir risk ama bu riski yok etmenin verdiği huzur da arzulanabilecek bir şey. Pek çok insan da günlük olarak karşılaştığı pek çok tehlikeye veya değişikliğe karşı benzer bir yaklaşımı gösteriyor aslında. Doğru olan ama genel gidişe aykırı bir durum hakkında bireysel bir karar vermek zorunda kalan herkesin ilk yaklaşımı yerleşik durumu bozmamak için gereken tüm bahaneleri üretmekten geçer. Bu bir hayli insani ama demokratik yaşamımıza zararlı bir alışkanlık. Plastik kullanmak kötüdür ama bunun için bir bahane bulabilirsiniz veya bisikletle işe gitmek doğru olandır ama bir şekilde kendinizi bunu yapamayacağınıza ikna edersiniz. Cep telefonu da benzer bir durumdu benim için. Gözümün önündeki perdeyi kaldırmak için dünya çapında bir felaket gerekecekti.

Covid salgını muhtemelen tüm dünyanın yakın zamanda gördüğü en korkunç felaketlerden biri oldu. Ölen insanların ve kaybedilen birlikteliğin yanı sıra özgürlükler bakımından da ciddi bir gerilemenin temeli oldu bu salgın. Devletlerin aklına ilk gelen hali hazırda geliştirdikleri fakat sessizce kullandıkları takip sistemlerini, açıkça ve doğrudan herhangi bir itiraza veya tartışmaya yer bırakmadan uygulamaya koymak oldu. Takip sistemlerinin salgınları kontrol etmekte diğer tedbirlerle birleştirildiğinde etkili olduğu bilinse dahi sadece gözetimin bu sorunu çözeceğine inanıldı ve insanlara ilişkin toplanacak sonsuz miktarda veri için neredeyse hiç güvence verilmedi. Bu tantanayı şirketler takip etti. dünyada en hakim kullanılan iki mobil işletim sisteminin üreticisi olan Apple ve Google şirketleri hiç gözlerini kırpmadan zaten çok iyi yapmayı bildikleri bir şeyi insanlığın faydası(!) adına cebimize sokmaya çalıştı.